IŞIN TOYMAZ
HILDESHEIM – Tan Çağlar, Almanya’da yaşayan hem ünlü hem yakışıklı bir Türk genci. Manken, dizi oyuncusu, Alman birinci lig basketbol oyuncusu, motivasyon koçu. Şimdilerde ise Alman komedi dünyasının yeni yıldızı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Ki bu cümlede yer alan “emin adımlarla ilerliyor” bölümünü okuyunca, yüzünde -emin olun- bir tebessüm belirecektir. Çünkü tam 10 yıldan bu yana tekerlekli sandalyede oturuyor.
Peki stand-up sahasını sızlanmak için mi kullanıyor?
Tam aksine.
“Läuft bei mir” (İşler Yolunda) sözünü, tekerlekli sandalye kullandığı için “Rollt bei mir“ (Bende işler iyi dönüyor) diye ironik bir şekilde değiştiren Tan Çağlar, tek kişilik gösterilerinin adını da böyle koymuş.
Almanya çapındaki, tam bir yıllık gösteri programı ise tamamen dolmuş vaziyette.
“Rollt bei mir” gösterisi ile Tan Çağlar, günlük hayatta karşılaştığı kaba ve duyarsız muameleyi mizahi bir dille seyirciye aktarıyor. Engelilere karşı duyarlılık kazandırmak için en hızlı ve kolay mesaj vermenin yolunun mizahtan geçtiğini söyleyen Çağlar, özellikle engellilere iyi davranmayanlardan mizah dolu ama çok acımasızca hesap soruyor.
Hildesheim-Stuttgart telefon hattındaki söyleşimizde bize şu örneği veriyor:
“BMW marka jipimle bir marketin engelliler için ayrılmış alanına park ederken, karşıdan gelenler ‘cık cık’ yapıp, başlarını sallıyorlar. Çünkü onlara göre deri ceketli, havalı, son model aracına güvenen bir genç sürücü, engelli alanını istismar ediyor. Daha sonra aynı kişilerle marketin içinde karşılaşıyoruz. Bu kez beni tekerlekli sandalyenin üstünde görüyorlar. Yüzlerini mahcubiyet kaplıyor. Eee, ‘cık cık’ yapıp baş sallama sırası da bana geçiyor.”
Tan Çağlar, Balıkesir Akçay’dan 1965 yılında Almanya’ya misafir işçi olarak yerleşen bankacı Nermin ve Engin Çağlar çiftinin oğlu.
AYNI ANDA İKİ FARKLI KONUDA AYRIMCILIK
Hildesheim doğumlu 37 yaşındaki Çağlar’ın gösterilerinden tadımlık bir parça ise şöyle:
Almanya’da bir tiyatro sahnesi düşünün.
Yüzlerce seyirci, komedi arenasına yeni girmiş bu Türkçe adı olan stand-up’çı da kim diye, meraklı gözlerle sahneye bakıyor.
Işıklar karartılmış. Sahneye sadece kendisini aydınlatan spotlar altında tekerlekli sandalye ile giriyor Tan Çağlar. Ve seyirciyle ilk temasını şu ironik cümlelerle kuruyor:
“Gördüğünüz gibi kader bana iyi davranmadı. Doğuştan manim var. Sanırım hepiniz görüyorsunuz. Doğru. Bildiniz. Ben bir Türk’üm!”
Tan Çağlar söyleşimizde, ayrımcılıkla ilgili çok çarpıcı bir tüyo da veriyor: “Karşınızdaki sizi aynı anda iki farklı konuda dışlayamaz. Ayrımcılık yaparken bunu başaramadığı için, mecburen birinden birini eliyor. Hem Türk kökenliyim hem de üstüne tekerlekli sandalyede oturuyorum. Ben sahnede bu şaşırtmacayı çok iyi kullanabilen bir stand-up’çıyım.“
Doğuştan bu yana açık omurga hastalığı olarak bilinen Spina bifida rahatsızlığı olan ve 20 yaşından itibaren, önce değneklerle yürüyen, ardından tekerlekli sandalyeye geçen Tan Çağlar, yaklaşık 4 yıl boyunca geçirdiği ağır depresyonlardan basketbol sayesinde çıkmış.
Bugün bu durumuyla çok da rahat gırgır geçebiliyor.
Programlarında günlük hayatta karşılaştığı gerçek olayları anlatırken, olayın sadece “engelli“ tarafına takılı kalmıyor. Almanya macerasında 56 yılı geride bırakan Türkler, eğitim seviyesinde istenen başarıyı yakalayamamalarını sık sık “eziliyoruz, önümüz kapalı, fırsat verilmiyor” bahanelerinin arkasına gizlenerek açıklamayı sürdürürken, Tan Çağlar yaşama sevinci ve başarının kapısını tüm cesaretiyle aralamayı başaran bir Türk genci olarak Almanya’da hem Türk hem de Alman toplumunun karşısında dimdik durabiliyor.
Şovlarında sık sık Türk ve Alman ilişkilerini de tiye alan harika çocuk Tan Çağlar’ın işte ezber bozan anlattıkları:
“BASKETBOL BENİ UÇURUMUN EŞİĞİNDEN ÇEKTİ ALDI“
- Alman sahnelerinin aranan stand-up sanatçısı oldunuz bile. Basket yıldızısınız. ‘Benim’ diyen mankenlerin rüyasında bile göremeyeceği Berlin Fashion Week’de podyuma çıkıp, rakiplerinizi çatlattınız. Üstelik bir de ayakta alkışlandınız. 10 yıl önce tekerlekli sandalyeye ilk kez oturmaya başladığınızda, biri size bütün bunları söylese inanır mıydınız?
TAN ÇAĞLAR- Doğuştan açık omurga rahatsızlığına sahiptim ve önünde sonunda yürümekte güçlük çekeceğimi biliyordum. Koltuk değneklerini tahmin ediyordum ama tekerlekli sandalyeyi açıkçası çok da hesaba katmamıştım. 20 yaşıma gelene kadar hiç zorluk çekmedim, acı çekmedim. Ama sonra işler kötüye gitmeye başladı. Bu ağrıların nereye gideceğini bilemiyordum. Yavaş yavaş değneklere geçmeye başladım. Sonra ilerledi.. Ancak birdenbire tekerlekli sandalyeye geçmedim. Süreç yavaş işledi. En sonunda da tekerlekli sandalyeye geçtim. Tekerlekli sandalyeye ilk oturduğumda inanılmaz zor oldu. 3-4 yıl ağır depresyon geçirdim. Hayatım bitti, diye düşünüyordum. Üstelik basketbol oynamayı çok seviyordum. Hayallerim vardı. Bu çok yeni bir durumdu. Yaşamım oturmakla geçecekti. Biliyorsunuz, yürümek ve koşmak hayatta her şey demek. Büyük panik yaşadım. Merdivenleri nasıl çıkacağım, kapı eşiklerinden bile geçemiyorsunuz. Bana bir tekerlekli sandalye vermişlerdi ama sandalyeyi bile hareket ettiremiyordum. Bırakın evde kapalı kalmayı, odaya hapsolmuştum, çıkamıyordum. Kendimi izole ettim. Ne ailemi ne arkadaşlarımı, kimseyi yanıma sokmuyordum. Kimseye açıklama yapmak istemiyordum. Hesap vermek zorunda kalmak istemiyordum. Sürekli ‘neden’ diyen insanlardan kaçıyordum. Hayatımın dönüm noktası ise fizyoterapiler oldu. Terapistim bana ‘Sandalyede basket oynasana’ dedi. Bu teklifi, itiraf etmeliyim ki çok küçümsedim. 5 engelli sporcuyla birbirimize top atacaktık. Ne yaparsınız ki başka, diye düşündüm.
Bir gün evde Pekin’deki 2009 yılında tekerlekli sandalye basketbol maçını izledim. Sporcular son derece atletikti. Birden o fizyoterapiste söylediğim sözler aklıma geldi. Utandım. Hemen kendime takım aradım. 2010’da Hannover United takımında başladım. Basketi biliyordum. Ancak sandalye basketbolu çok daha fazla efor ve konsantrasyon gerektiriyor. Hem topu hem sandalyeyi kontrol etmen gerek. Koşmayı, yürümeyi ve oynamayı hep elinle yapıyorsun. Bunun dışında her şey aynı. Yani kurallar, potaların boyu, her şey. Zaten başka türlü olsa bu spor her yerde oynanamaz. Takımda oyun kurucu pozisyonuna geçtim. O pozisyon bile beni düşündürdü. Kaderin cilvesine bakın, ağır depresyondan geliyorsun ve bir anda oyun kurucusu oluyorsun. Bu spor beni tamamen o kara delikten çıkardı. Artık 300-500 kişinin önünde oynuyordum.
“YÜRÜRKEN DAHİ BASKETBOLDA KARİYER YAPAMAM SANIYORDUM“
- Çocukluk ve gençlik tutkunuz olan basketbol, hayatınızı kurtarmış. Fakat ilerleyen dönemde basketbola modellik de eklenmiş. Ve hemen ardından dizi oyunculuğu. Onlara da mı basketbol vesile oldu?
TAN ÇAĞLAR- Evet, hayatımdaki olumlu değişiklerin büyük bir bölümünü basketbola borçluyum. Bir gün takım fotoğrafçısı geldi. Hepimizi tek tek çekti. Sıra bana gelince ‘Çok fotojeniksin, modellik yapmak ister misin?’ diye sordu. Ben de ‘Ben sandalyede oturuyorum, nasıl olur ki böyle bir şey?’ dedim. Ama denemek de istedim. Bu arada 2013’te takımımı değiştirdim. Profesyonel basketbolcu olmam için bir teklif aldım. Alman birinci lig takımı Baskets Rahden ‘Gel bizde oyna’ diyordu. İnanamadım. Bir de spor kulübünün yeri evimize 150 km uzaklıkta idi. Yani benim için zor bir işti. Ama kabul ettim. Bir antrenman için gidiş dönüş 300 km yol gidiyordum. Yavaş yavaş özgüvenim artmaya başladı. Düşünebiliyor musunuz, eskiden yani yürüyebilirken, boyum 1.80’di ve basketbolda ne şansım olabilir ki, diye umutsuzluğa düşüyordum. Oysa şimdi sandalyeye oturunca birden profesyonel bir sporcu oldum. Hem de birinci ligde. Hem de geçimimi basketboldan sağlamaya başlamıştım.
Bu arada yavaş yavaş mankenliğe de başladım. Bir özel kanalda, bir televizyon şovu vardı. Ev bulmakta zorluk çekenlere yardımcı oldukları bir şov. Bana da teklif ettiler. Geldiler beni tanıttılar. Kameranın önünde çalışmak çok hoşuma gitti açıkçası. Bir süre sonra Alman komedi dünyasının en başarılı isimlerinden biri olan Bülent Ceylan bana telefon etti. İnanabiliyor musunuz? Sabah 8’de beni Bülent Ceylan arıyordu. Arkadaşlarım şaka yapıyor sandım önce. ‘Benim şovuma katılır mısın?’ diye soruyordu. “Tolle Türken” yani “Muhteşem Türkler” adlı bölümüne katılmamı öneriyordu.
Gittim oraya. Usta komedyen Kaya Yanar da oradaydı. Ufak eğlenceli bir yarışma vardı. Berabere kaldık. Çok eğlenceliydi. Dedim ya, kamera önünde olmaktan da hoşlanmaya başlamıştım. Ardından bir yapımcı firma beni aradı ve Almanya’nın çok sevilen dizisi “Berlin Tag & Nacht”ta oynamamı teklif etti. “Sen kendini oyna, yani Tan Çağlar ol, basketbol oyuncusu” dediler. 10 bölümde oynadım. Ancak bu dizide oynamayı bir şarta bağlamıştım. Bir bölümünde tekerlekli sandalye basketbolünü tanıtmalarını şart koştum. Gelip maçımızı çektiler. Bunu bütün Almanya gördü. Bu spora vefa borcumu ödemek istiyordum. Böylece gündeme getirerek, elimden geldiğince ödedim. Açıkçası bu borcu ödemek için dizide oynadım. Bana 2 sene daha oynamamı teklif ettiler. Çapkın bir erkek rolündeydim. Her bölümde başka bir kızla öpüşmek zorunda kalıyordum.
- Sevgiliniz Steffi iyi dayanmış…
TAN ÇAĞLAR- Gerçek hayatta elbette her bölümde başka başka kızlarla öpüşmenizi, sevgilinizin kaldırması çok zor. Steffi Godolwski ile yürüyebildiğim dönemlerden tanışıyordum. Daha doğrusu koltuk değneği kullandığım dönemlerde tanışmıştım. Ona o dönem hastalığım hakkında ne diyeceğimi bilemedim. Her şeyi bir gün ona anlattım. Ve o bütün süreci yıllarca benimle birlikte yaşadı. Artık nişanlıyız ve seneye ise hayatımızı birleştirmeye hazırlanıyoruz. Onun canını acıtamazdım. Kaldı ki, ben de Steffi’nin her hafta bir başka erkekle öpüştüğü diziye geçit vermezdim açıkçası.
“MANKENLERİN BENİ KISKANDIĞINI GÖRDÜM“
- Her âşık erkek de aynısını yapardı sanırım.
TAN ÇAĞLAR- Kesinlikle! Hiç pişman falan da değilim. Ama bakın, diziyi bıraktıktan sonra Alman özel kanalı Vox’da yayınlanan “Auf und Davon” adlı programdan aradılar ve bana fotomodellik çalışmalarım dolayısıyla Prag’da eşlik ettiler. Bu programdan sonra da, mankenlerin hayallerini süsleyen Berlin Fashion Week organizasyonundan telefon geldi. Tekliflerini reddettim. Almanya’da engelliler için de kullanılan ve topluma, hayata dahil etme anlamında kullanılan “inklusion” kavramı ile karşı karşıyayım zannettim. Çünkü “inklusion” her ne kadar dahil etme anlamına gelse de, ne yazık ki, bu tür projeler bence daha da ayırıyor. Ama ben ayrı tutulmak istemiyordum. Sonunda hayır dedim. O gece rüyamda kız arkadaşımı gördüm. Kız arkadaşım bana rüyamda “Mükemmellerin dünyasında, mükemmel olmayan bir kişi olarak varlık göstermek istiyorsun. Bu o kadar çelişkili bir şey ki, bu tam da sana yakışıyor. Sen insanları düşündürmek istiyorsun. Tam senlik bir iş” dedi. Uyanınca organizasyonu hemen aradım ve teklifi kabul ettim. Diğer engellilerle bizi bir araya getirip, sahneye çıkaracaklarını sanıyordum. Kimse beni ayırmadı. Yürüyen mankenlerle bir arada podyuma çıktım. Üstelik mankenlerin beni kıskandığına bile şahit oldum. Bu da beni çok mutlu etti. Beni rakip gördüler. Kıskançlık benim için en önemli kabul ve takdir. Demek ki, beni ciddiye aldılar.
Çok heyecanlıydım. Oradaki basın mensupları gelip ‘Neden heyecanlanıyorsunuz ki?‘ diye sordular. “Ayağınız takılıp düşemezsiniz ki” mantığını kurdular. Ben de onlara “Ya tekerim patlarsa” dedim. Seyirciler ise sahnede hiç böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemiyordu. Ayağa kalktılar ve alkışladılar. Bu ayağa kalkış, acımayla alakalı değildi. Bu manzara da buraya aittir, mesajını verdiler alkışlarla. Çok gurur duydum. Bunu niye yapıyorum, çünkü bunun normal olduğunu göstermek istiyorum, hayatın bir parçası olduğunu göstermek istiyorum.
“BURAK ÖZÇİVİT VE ÖZGE ÖZPİRİNÇCİ ILE OYNAMAK İSTERİM“
- Bu nasıl bir paradoks! Tekerlekli sandalyeye oturduktan sonra Allah “Yürü ya kulum“ demiş resmen. Basketbolda başladıktan hemen sonra birinci ligin vazgeçilmezi ol. Üstüne paranı oradan sağla. Gelsin mankenlik, oyunculuk. Dizi oyunculuğunun tadını aldınız bir kere. Türk dizilerinden teklif gelirse?
TAN ÇAĞLAR- Bu benim büyük hayalim. Türk dizisinde oynamayı çok isterdim. Şunu da vurgulamak gerekiyor: Ben bugüne dek hiçbir Türk dizisinde engelli oyuncu görmedim. Yürüyebilenleri, engelli rolünde oynatıyorlar. İnandırıcı bir rolde oynamak isterim. Burak Özçivit’le, Özge Özpirinçci ile oynamak isterdim. Annem ve babam sıkı birer Türk dizisi izleyicisidir. Benim bir Türk dizisinde rol almam onlar için de çok büyük bir rüyanın gerçekleşmesi olur. Biraz Türkçemi düzeltmek zorundayım tabii. Son 5 senedir Türkiye’ye gitmedim. İtiraf etmeliyim ki ilk defa senelerdir bu kadar çok Türkçe konuşuyorum. O da sizinle.
“TÜRKİYE ENGELLİLERE SADECE ACIYOR, SAYMIYOR“
- Türkçeniz, Türkiye’deki bazı oyuncularınki ile karşılaştırıldığında son derece düzgün. Türkiye demişken, sizce Türkiye’de engellilerin yaşamına bakış nasıl?
TAN ÇAĞLAR- Türkiye’nin engellilere bakışı mı? Acımayı ilgilenmek sanıyorlar. Acıyarak bakıyorlar. Oysa engellilerin sorunlarına çözüm odaklı, saygılı, göz hizasında bir yaklaşım şart.
Bir örnek vermek istiyorum: Türkiye’deki bir arkadaşımın en iyi arkadaşı tekerlekli sandalyede oturuyor. Lokantaya gitmişler. Çok kalabalık. Garson geliyor. Yan masaları, yemeklerini yerken kaldırıyor ve arkadaşa yeni masa açıyorlar. Engelli arkadaşa pozitif ayrımcılık yapılıyor yani. Ne iyi değil mi, dersiniz. Ama hiç de öyle değil. Garson arkadaşıma siparişi soruyor. Arkadaşım siparişi veriyor. Sırada engelli arkadaş var değil mi? Yok hayır engelli arkadaşa sormuyor, yine benim arkadaşa “O ne ister?” diye soruyor. Çünkü onu eşit görmüyor. Hem çok özel davranıyorlar. Hem de böyle yapıyorlar. Ama biz bunu istemiyoruz. Öncelik gösteriyorlar ama acıdıklarından. Bakın Almanya’da da Türk konsolosluklarında engellilere öncelik tanınıyor. Ben bu muameleden, ayrıcalıktan çok utanıyorum. “Yapmayın, başkalarının sıralarının önüne geçirmeyin, ben de bekleyebilirim” dediğimde ne yanıt veriyorlar biliyor musunuz? ’Sen özel hayatında çok çekiyorsun. Bari burada çekme.’
Türkiye’de, engellilere dönük uygar ve çağdaş davranışları genelde göremiyoruz. Diğer taraftan acımanın hedefinde olan engellilerin büyük bir kısmında da kendilerine acıma duygusu çok baskın hale gelmiş. Engelli insanlar kendilerine çok bakmıyorlar. Kendi işlerini halledebilecekken halletmeyerek, muhtaç durumda gösteriyorlar. Bu karşılıklı sağlıksız bir ilişki.
“KATİLLERLE HAPİSTE BASKET OYNADIM“
- Sizi elbette Türkiye’de de oyuncu olarak görmek isteriz. Engellilerin hayatına hassasiyet kazandıran dizi projelerinde rol almanız çok önemli. Ancak burada da misyonunuz devam ediyor. Berlin Medical School Yüksekokulunda 2016-2017 öğrenim yılında öğrencilere motivasyon seminerleri veriyorsunuz. Motivasyon koçluğunuz okullarla da sınırlı kalmıyor. Mahkûmlara koçluk yapıyorsunuz. Biraz da bunlardan bahsetsek…
TAN ÇAĞLAR- Berlin Fashion Week’de 2015 yılında podyuma çıktım ve söylediğim gibi çok büyük ilgi gördüm. Teklifler gelmeye değil yağmaya başladı. Moda dünyasının çalışanları yıllarca emek vermelerine rağmen buralara çıkamazken, ben bir çırpıda bu noktaya gelmiştim. Ama ben akabinde, hemen bıraktım. Mankenliğe devam etmek istemiyordum. Yine baskete döndüm.
Engelli olmayanlarla da basketbol oynadım. Tekerlekli sandalyede oturanlar her zaman engelli değildi. İlkokuldan üniversiteye dek geniş yelpazede seminerler verdim. Okullarda engellilerin hayatına hassasiyet kazandırmak istedim. Motivasyon seminerleri sundum. Dediğiniz gibi bu seminerler okullarla sınırlı değildi. Cezaevlerinde de seminerler verdim. Katillerle basketbol oynadım. Oyuncuların sabıkalarını da biliyordum. Oyunculardan biri, iki adam öldüren bir katildi örneğin. Oyun esnasında elim arabaya sıkışınca, koşup geldi. Benimle nasıl candan ilgilendi tarif edemem.
“ENGELLİLER 1. LİG OYUNCULARININ, YÜZDE 20’Sİ ENGELSİZ“
- Engelli olmayanlar da Almanya’da tekerlekli sandalye basketi mi oynuyor?
TAN ÇAĞLAR- Evet. Doğru anlıyorsunuz. Tekerlekli sandalyede basketbol oynamak için engelli olmak gerekmiyor. Engelsizler de bu sporu yapabilirler. Başta dedim ya arada hiçbir fark yok. Saha aynı, pota aynı. Sadece buna sandalyeyi kullanmak ekleniyor. Alman birinci liginde tekerlekli sandalye basketbolünde oyuncuların yüzde 20’sini engelsiz oyuncular oluşturuyor.
- Çok kıvanç verici. Türkiye’nin engellilerle ilgili Almanya’dan öğreneceği çok şey var anlaşılan. Bugüne dönersek. Alman televizyon kanallarında stand-up’çı olarak söyleşilere katılıyorsunuz. Gösterilerinizden bölümler ekranlara yansıyor. Turne planı 2019’a kadar dolu. Komedi dünyasına nasıl geçtiniz?
TAN ÇAĞLAR- Motivasyon seminerlerini verirken birlikte çok gülüyorduk. Hayatımdaki komik geçen şeyleri derslerde daha çok anlatmaya başladım. Sonra gelip bana “Bu seminerler stand-up şov gibi” demeye başladılar. Konuyu aktarırken, güldürebiliyordum. Böyle hassas bir konuda mesajı ise en kolay mizah yolu ile verebiliyorsun.
- Almanlar böylesine tabu bir konuda gülebiliyorlar mı? Üstelik nazi geçmişlerinde engellilere yapılanları da hatırlarsak. Sizin şovlarınızda bu çekingenliği üstlerinden atmışa benziyorlar. Nasıl başardınız bunu?
TAN ÇAĞLAR- Haklısınız. Bunu komedi olarak Almanya kabul edebilir mi, bunu ben de başta düşündüm. Ancak seminerlerden çok pozitif geribildirim almıştım. Bir ajansı aradım ve ‘Ben Tan Çağlar, sandalyede oturuyorum ve stand up yapmak istiyorum’ dedim. 5 saniye sessizlik oldu. Sonra telefondaki ses ’Bu söz bile başlı başına komedi. Tekerlekli sandalyede oturuyorsun ve stand up yani ayakta şov yapmak istiyorsun. Hemen gel buluşalım’ dedi.
Gittim. ‘Tipin müsait’ dedi. Espirilerimi biraz daha geliştirmemi istedi. O şovlarda 5 komedyen çıkıyordu, sonra ben çıkıyordum. Seyirci oturuyor ve sıradakini bekliyor. Sunarlarken “profesyonel basketbolcu” diye takdim ediyorlar. Seyirci 2 metre boyunda adam bekliyor. Sonra ben çıkıyorum sahneye. Tekerlekli sandalye ile. Engelli konusunda acıklı bir espri yapacağım sanıyorlar. Gergin bir bekleyiş. Havada tedirginlik hâkim. Sonra işte hemen o cümleyi söylüyorum.
“Gördüğünüz gibi kader bana iyi davranmadı. Doğuştan manim var. Sanırım hepiniz görüyorsunuz. Doğru. Bildiniz. Ben bir Türk’üm!”
O çekingenlik yerini samimi diyaloğa bırakıyor. Günlük hayatta engelli bir birey olarak karşılaştıklarımı anlatıyorum. Onlara aslında kendimi anlatıyorum. İnsanların hepsini bu programlarda hayallerinde sandalyeye oturtuyorum ve hayata sandalyeden bakmalarını sağlıyorum. Stand-up’çılar seyirci ile diyalog kurarken sık sık “Sizin de başınıza gelmiştir. Bunu siz de yaşamışsınızdır” falan derler. Benim bu cümleyi kurmam mümkün değil. İşte şovlarımda onların perspektifini değiştiriyorum.
“SARHOŞKEN TEKERLEKLİ SANDALYE KULLANABİLİYOR MUSUN?
- Size hiç hoşunuza gitmeyen sorular da geliyor mu?
TAN ÇAĞLAR: Dolu. Biri bana ‘Sarhoşken tekerlekli sandalye kullanabiliyor musunuz?’ gibi saçma sapan bir soru sormuştu. Bunu da sahnede anlatıyorum. Ya da bir diskoteğe tekerlekli sandalyeyle gittiğinizde hep aynı şeyi duyuyorsunuz: “Senin buraya gelmeni takdir ediyorum.” O anda dans pistine bakıyorum ve nasıl berbat dans ettiğini izliyorum. Ben de ona “Sandalyesiz gelip, böyle dans ettiğin için esas ben seni takdir ediyorum” karşılığını veriyorum.
- Sizin için kim engelli ?
TAN ÇAĞLAR- Herkes engelli. Kimin engeli nerede var, onu kişinin kendisi keşfedip kaldırmalı. Seyirciye şovlarda ayna tutuyorum. Onlara seminer vermiyorum, eğlendiriyorum. Ama izlerken zaman zaman engellilere yönelik davranışlardan örnekler verirken, kendilerinden de bir parça buluyorlar. “Aa evet, ben de böyle davranmıştım, aa ben de böyle söylemiştim” dedikleri oluyor.
“AKLI BAŞINDA TÜRK’ÜN ALMANYA’DA İŞİ NE?“
- Türk kökenli oluşunuz da esprilerinize yansıyor mu?
TAN ÇAĞLAR- Tersi mümkün değil. Zaten Türk olduğunuzu duyunca, seyirci otomatik olarak böyle bir beklenti içine giriyor. Klişeleri ben de kullanıyorum.
Hem Türk’üm, hem engelliyim. İnsanlara aynı anda iki konuda ayrımcılık yapmak zor. Bu nedenle birini seçiyorlar. Sandalyede oturmamı daha çok hedefe alıyorlar. Ancak şov dünyasında ayrımcılığa uğramadım. Almanya, topluma katılan herkese kucak açan bir ülke.
Bakın Bülent Ceylan neden çok kabul gördü?. Çünkü kendisini buradan biri olarak görüyor. Türkler ise böyle uzun, ortak geçmişe rağmen kendi kabuklarına çekilmiş vaziyetteler.
Gelip bazen bana “Hiç Türklere bezemiyorsunuz” diyorlar. Ben de onlara “Esas ben tipik Türk’üm. Buradakiler öyle değil” yanıtını veriyorum. Aklı başında olan Türklerin hiçbirini burada bulamazsınız zaten. Çünkü hava orada güzel. Türkiye’ye tatile giden Almanlar, dönünce şaşkınlık içinde beni arıyorlar ve Türkiye’deki Türklere hayranlıklarını dile getiriyorlar. Sözün kısası, Almanyalı Türkler topluma, buradaki hayata daha fazla katılmalı. Kabuğundan çıkmalı. Alman komşuları, dostları hatta akrabaları olmalı. Birbirimizle iletişime geçersek, bütün engelleri aşabiliriz.
- Peki Türkler sizi izliyor mu?
TAN ÇAĞLAR- Türk seyirci beni ilk günden keşfetti. Şovlarımı takip ediyorlar. Sosyal medyadan ise büyük ilgi var. İleride neden Türkçe bir gösteri olmasın? Ama asıl hayalim Alman televizyonlarında bir Türk olarak programımın olması. İşte o zaman tam kabul gördüğünü, oradan anlarsın.