Viyanalı Türk yayıncının gözünden Aydınlanma düşüncesi ve Kant’ın güncelliği

VİYANA – Viyana’nın tarihi merkezinde yer alan ünlü Eschenbach Sarayı’nda hafta içinde yapılan kitap tanıtımına, Avusturya’nın siyaset, basın ve cemiyet temsilcilerinin yoğun ilgisi dikkat çekti. Kitabın adı, “Kant’ın Sis Bulutları Üzerinde Yürüyüşü”. Kitap, 18’inci yüzyılda yaşayan Kant’ın 1781 yılında yayınladığı “Saf Aklın Eleştirisi (Kritik der reinen Vernunft)” adlı ünlü yapıtını, 19’uncu yüzyılda yaşamış olan romantizmin ünlü temsilcisi Alman ressam Caspar David’in “Bulutların Üzerinde Yolculuk” adlı tablosu ışığında anlatıyor. Kitap, İslam ve Hıristiyan dünyasının, özellikle Immanuel Kant’ın başta akıl yolu transzendental (deneyüstü) ahlak felsefesini kullanarak kendilerine ve topluma görev bilincini getiren erdemli insanlar teorilerinin pratiğe uygulanabileceğini anlatan bir analiz olması ile dikkat çekiyor.  Ağır temasına rağmen filozof Bernhard Königstein tarafından çok basit bir şekilde kaleme alınan kitabın tüm masraflarını karşılayan, baskı ve dağıtım sorumluluğunu üstlenen Neue Welt Verlag yayınevinin ortaklarından Birol Kılıç, “Bu eser ile Avusturya toplumuna, Türklerin aslında akıl, erdem, dürüstlük konularında özünde aileden gelen felsefi, ahlaksal bir duruşları olduğunu anlatmak ve Kant gibi büyük bir dehayı anlamaları halinde kurulabilecek ortak köprüye katkı sağlamak istedim” dedi.

Kitap tanıtımının açılış konuşmasını Avusturya’nın en eski kuruluşlarından biri olan Ticaret Lonca Kuruluşu’nun başkanı Dr. Margarete Kriz-Zwittkovits yaptı ve şunları söyledi:

“Kuruluşumuz, 1800’lü yıllarda bizzat Habsburg kayzeri tarafından kurulan bir kuruluştur. Ticaret demek, aslında ahlak demektir. Üretim demektir. Hizmet demektir. Sayın Birol Kılıç, sadece üyemiz değil aynı zamanda yıllardır yönetim kurulumuzda da yer alan örnek bir yatırımcıdır. Avusturyalı bir Türk olarak kendisi, Alman ve batı dünyasının aydınlanmasının ahlak ve erdemi formüle eden ünlü filozofu hakkındaki böyle bir yayını, büyük bir sabır, yatırım ve tanıtım ile Avusturya kamuoyuna sunan örnek bir kişidir. Toplumumuza, ahlaklı ve erdemli olmanın, her alanda ne kadar önem teşkil ettiğini hatırlatmaktadır.  Bu değerli eserin bu sarayda tanıtılması da bizim için büyük bir onurdur. Yazarı ve yayıncı Sayın Birol Kılıç’ı kutlarım.”

Kısa adı ÖVP olan Avusturya Halk Partili eski Savunma Bakanı, ÖVP Etik Kurulu Yönetim Kurulu Üyesi ve İran-Avusturya Dostluk Cemiyeti Başkanı Dr. Werner Fasslabend da tanıtım gecesinde söz alarak şöyle konuştu:

 “Avusturya Halk Partisi Siyaset Akademisi’nin eski başkanı olarak Immanuel Kant ile ilgili bu kitabın tanıtımında yer almam için Birol Kılıç tarafından davet edildiğimde, hemen ‘evet’ cevabını verdim. Immanuel Kant’ı anlamamız gerekiyor. ‘Kendin için istemediğini başkası için de sakın isteme’  sözleri ve  eğer durum belirsizse, durumu çözmek için ‘kategorik zorunluluk’ (Kategorischer Imperativ) denilen ilkeyi devreye sokmamız gerekir gibi onun teorisinin sadece bir basamağı. Siyasette, dinde, ekonomide ahlaklı ve erdemli insanlara ihtiyacımız var. Yazar Königstein ve yayıncı Kılıç’ı içtenlikle tebrik ederim. Bu eser ile çıta yükselmiştir.”

Toplantıda, Avrupa Gazeteciler Birliği Başkanı Otmar Lahodinsky de özellikle medya ve ahlaklı gazetecilik üzerine bir konuşma yaptı. ÖVP Milletvekili Efgani Dönmez de söz alarak şunları söyledi: “Önemli olan köken değil, insanların erdemli duruşlarıdır. Ben bir Türk işçisinin evladı olarak ailemin isteği ve desteği ile Avusturya’nın bize sunduğu eğitim olanaklarından yararlandım, çalıştım ve hep aklın, bilimin yolunda erdemli bir insan olmak için mücadele ettim. Herkesi bu sırat-ı müstakim olan akıl ve görev sorumluluğu olan yola davet ediyorum.”

Alman İkinci Televizyonu ZDF’in eski Güneydoğu Avrupa Sorumlusu Klaus Prömpers de, Avusturya ve Almanya’da basın ve siyaset alanlarındaki etik anlayışı konusunda konuştu.

YAYINCININ KANT YORUMU

Yayıncı Birol Kılıç, Almanca olarak yaptığı konuşmasında, bu kitabı yayınlamaktaki amacının çok basit olduğunu belirterek, şunları söyledi:

“Büyük filozof Kant’a göre her şey, akıl yolunu kullanma ve buna eğilim göstererek düşünme temelini güçlendirmek içindir. Aklı ön plana çıkarma, sadece kendi bildiğinizle yetinmemeyi ve ortak akıl ile düşünmeyi de sağlar. Temel olarak ifade ettiklerime bakarsak aslında akıl, başarının da esin kaynağıdır. Aksi, kısa ya da uzun vadede bir bilinmezliktir, hızlanabilir istikrarsız dönüşümlerdir. Sonucu da mutsuz bir toplumdur. Evet, çevremize bir bakalım, kim mutlu, kim mutsuz ve neden?

Bundan bir yıl önce, Osmanlı ve Habsburg imparatorluklarının 500 yıllık karşılaşmalarını ve etkileşimlerini anlatan 800 sayfalık bir eseri, Avusturya Bilim Akademisi’nin 24 bilim adamı ve kadını ile dört yıllık büyük bir çalışmanın ardından yayına sokmuştuk.  Eserimiz şu an Almanca konuşulan ülkelerde, kaynak bir eser olarak bilimin hizmetinde. Ondan önce de Hz. İsa ve ardından İstanbul’un Konstantinopol olarak kuruluşunu ve sonrasını anlatan eserler yayınlamıştık. Tarihte  yöneticilerde iki temel eksiklik görüyoruz: İlki, aklın devre dışına çıkarılması. İkincisi, erdemsizlik. İşte Immanuel Kant, Doğu Prusya Alman Krallığı’nın başkenti Königsberg’de 1724’te başlayan ve bu kıyı şehrinden hiç çıkmayarak ancak devamlı insanlar ile görüşerek sürdürdüğü 80 yıllık yaşamında, aklın, gönlün ve vicdanın, tanrıyı oyunun içine dahil etmeden çalıştırılmasının teorik formüllerini bulmuştur. Onun ortaya attığı teoriler, daha sonra UNO’nun kurulması için kullanılmıştır. Immanuel Kant’ın değeri 21’inci yüzyılda daha da fazla ortaya çıkacaktır. Eğer Kant’ın ne dediğini çok basit olarak herkesin anlayabileceği bir dilde konuşursak. ‘Sapere aude: Aklını kullanma cesaretini göster.’ Burada Kant, özetle aklını çalıştır diyor. Bunun için cesaret göster diyor. Aklını kimsenin emrine verme diyor. Ben bir Türk olarak aslında bunu öğrendim. Türkçe’de çok ama çok felsefi atasözlerinin olduğunu unutmayalım. Mesela bunlardan biri; ‘Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.’ İslam dininin kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’in Yunus Suresi 100. ayetinin meali ise şöyle: ‘Aklını çalıştırmaz isen üzerine pislik yağdırırım.’ Bir başka ayette ise ‘Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?’ (Kur. 10:42)

Şu anda Türkiye’deki en büyük sorunun akıl tutulması olduğunu ve bunun akabinde vuku bulan sorumsuzluk ve ahlaksızlık kültürünün toplumu çürüttüğünü görüyor ve üzülüyorum. Ne Türk kültüründe ne de İslam dininde akılsızlık, ahlaksızlık takdir edilir. Tam tersine, ister agnostik ister ateist ister inançlı olsun Türkler arasında en çok sarf edilen sözlerin, ahlak ve erdem olduğunu duyarız. Aynı sorunu Avusturya’da da görüyorum. Son seçim süreci, ahlaktan oldukça uzak bir süreçti. Ben ahlak doktoru değilim. İnsanların özel hayatlarından bahsetmiyorum. Kamu önündeki hizmetlerden bahsediyorum. Kamu sorumluluğundan bahsediyorum.

Kant, aydınlanma düşüncesinin kurucu ilkesi olan akıl konusunda şöyle der: ‘Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır:  Sapere Aude!’

Spare Aude aslında Aydınlanma çağının özüdür. Burada aklı devre dışı bırakmadan tam tersine ve özellikle aklı mürşit kılarak ve kullanarak kendin dahil tüm insanlığa hizmet anlatılmaktadır.  Burada Aydınlanma Çağı  dogmatiklerden uzaklaşarak kurucu merkez ilke olarak aklı dönüşümlerde onu öne çıkarmak, savunmak ve indikator olarak kullanmaktır. Bunun içinde Kant özünde korkak, sünepeleştirilmiş ve Orta Çağ karanlığından bu yana aklını başkasının emrine vermiş başta Avrupa halkına aklı kullanma cesaretini göstermesinin gerekliğini göstermiştir. 

Birine yaptığınız yardım, bazı durumlarda kötü netice verebilir. Bunun için elinizden gelen bir şey yoksa eğer sizin yaptığınız davranış etiktir. Burada önemli olan şey “iyi niyet” kavramının içidir. Kant’a göre iyi niyet ödev olarak görüldüğü için sahip olunan niyettir. Ödev ahlâkı, Kant felsefesinin temelini oluşturur.

İnsanların gerçekleştirdiği davranışları ödev ahlakı ile gerçekleştirmeleri gerektiğini söylemek kolaydır. Ancak iyi niyet çoğu zaman ödev ahlakıyla değil, kişisel eğilimler ile şekillenir. İyi niyet ile yaptığımızı söylediğimiz birçok düşünce aslında kişisel eğilimlere katkı yapıyordur. Bu insan olmanın doğasında vardır. Bu nedenle yargılanacak bir şey değildir. Örneğin kendi düşüncesini herkes doğru gördüğü için bu düşünceyi insanlara aşılamaya çalışmayı iyi niyet olarak görebiliriz. Ancak bu ödev ahlakından ileri gelmemektedir. Burada kişisel eğilim ön plana çıkmaktadır.

Kant’a göre iyi niyetin temeli ödev gereği olmasıdır… Ödev etiğinin gerektirdiği gibi davranmak anlaşılabilir bir şey. Ancak ödevin ne gerektirdiğini her zaman bilemeyiz. Hayat içerisinde sık sık ikilemlerde kalırız. Neyin bizim için ödev gereği olduğu konusunda da ikilem yaşayabiliriz.

Kant’ın ahlâk felsefesini anlamak için Kant’ın yaşadığı dönemde çözülmeye çalışılan problemi bilmek gerekir. Kant düşüncelerini geliştirirken hangi problemleri çözmeye çalışıyordu? Ortaya koyduğu görüşler o günün dünyasında neye karşılık geliyordu? Eskiçağlardan beri insan ahlakının temelini din oluşturuyordu. Neden ahlaklı olmamız gerekiyor sorusuna verilecek cevap basitti. Çünkü Tanrı öyle istiyor. Tanrısız inançlarda ise melekler ve ruhlar ahlâklı olmayı öğütlüyordu.

Özellikle tek Tanrılı dinlerin kutsal metinlerinde baktığımız zaman ahlâkın doğrudan emredildiğini görüyoruz. Öldürme, çalma, zina yapma, güçsüzlere zarar verme gibi emirler Allah’tan gelen emir oldukları için insanlara buna uyma konusunda caydırılıcığa sahipti. Üstelik cennet ve cehennem gibi kötülüklerin cezalandırılacağı, iyiliklerin ödüllerileceği sonsuz bir yer kutsal metinlerde yer alıyordu.

Buna rağmen Kant, ödevin ne olduğunu kolaylıkla bilinebileceğini söyler. Eğer durum belirsizse, durumu çözmek için “kategorik zorunluluk” (Kategorischer Imperativ) denilen ilkeyi devreye sokmamız gerekir. Burada ortasında bulunduğumuz durumu başka insanlar için hayal ederek değerlendirmemiz gerekir. Aslında Kant’ın evrensel ahlak yasası bu temel üzerine kuruludur.

Bir eylemi gerçekleştirirken “bütün insanlar böyle yapsa evren nasıl olur” diye düşünmek gerekir. Eğer cevabınız olumluysa bu eylem ödev etiğine uyuyor demektir. Örneğin verdiğiniz sözü tutmayacağınız zaman şöyle bir dünya hayal edin ki kimse sözünü tutmuyor. O dünya daha güzel mi olurdu? Eğer cevabınız hayır ise sözünüzü tutmalısınız.  Kant’a göre, ahlâk için mutluluğu vurgulamak ahlakın doğasını anlamamak demekti. Onun bakışıyla, insandaki iyi ve kötü algısı insana duyulan saygı ile şekillenmeliydi. İnsanın özgür bir varlık olduğunun kavranması ve insana saygı duyulması çok önemliydi.

Bu sözlere benim katacağım bir söz yoktur. Ahlak değerleri akıl dışına atılmış bir toplum çürümüş bir toplumdur. Bakın çevrenize çürüşmüşlüğün diz boyu olduğunu görürsünüz. Tek şartla gözlerini, gönlünüzü ve aklınızı kimsenin emrine vermeden çalıştırın. Kant`ın  2024 yılında vuku bulacak 300. Yıl doğum yılına kadar onu  Türk asıllı Avusturya vatandaşı hem sevgili yeni vatanımız Avusturya’da hem aziz vatanımız Türkiye’de köprüler kurmak için tanıtmaya niyetliyiz.”

HAFTA.eu